karadagyan yazdı:...
Olmaması gerekir mantıken ama insan türü için süre belli 20-60 yaş arası bir 40 senelik dönem kişinin kendisini bilerek kendisi için verimli olabilidiği bir süre. Şimdi kaç tane olabilmiş insan bu süreci "Benden sonra gelecekler için de faydalı birşeyler yaparak geçireyim" düşüncesi, bilinci, isteği ile yaşar ? Benim öz babam "Babamdan bana çöp bile kalmadı boşveeeer" demiş bir adam
Ha buna karşın doğayı mı katletti ? Yo, tam aksine benim gözümle gördüğüm 32-33 yaşından sonra 100 kadar ağacı kendisi dikmiştir. Yıllar önce bizim çevremiz bomboş idi, ya şu da şurada olsun diye ekerdi, bahçemizde çekirdekten ne ağacı fidan oldu ise büyütürdü. Buna karşın geldiğimizde 5 bina olan mahallede şimdi 30 bina kadar oldu sanırım. Oralardaki ağaçların hepsi kesildi tabi. "Dutlu bahçe" diye bir kocaman yer vardı. Mevsimi geldiğinde çevre semtlerden aileler gelirdi, belki 30 tane dut ağacı sezon boyu herkesin dut ihtiyacını giderirdi. Orası da yok artık. 30 yaşıma kadar ben yaşadığım semtte mevsimi geldiğinde her ağaca dalmış, ceplerimi yada kucağımı doldurup dalından meyva yiyerek yaşamış birisiyim. Hatta şurada ne kadar oldu 4-5 yıl önce yol kenarında bahçeden taşan ağacın üstü ham-yeşil erik doluydu. Bayılırım ekşi eriğe, daldım ! 37-38 yaşında birini düşünün. Ben öyle bir dalmışım ki ama 2 cebi doldurdum avucuma da 4-5 tane aldım ki bahçede bir delikanlı "Hayrola" dedi. Ben de gülümsememi saklamaya çalışarak "Ya kusura bakma, görünce dayanamadım, hakkını helal et" dedim. Delikanlı da sert bakışını hiç düşürmedi ama birşey de demedi, benim usulca sıvışmamı izledi
Ağaca dalmak bir maceradır ya. Biz çocukken 2-3-4 arkadaş dalardık birimiz gözcülük yapardık bahçe sahibi geliyor mu falan diye, alarm görevlisi. Rizeli bir komşumuz vardı. Ne güzel erikleri vardı ama haa. Emine teyze ve Dursun amca... 7-8-9 yaşlar, dalardık bunların bahçeye, Emine teyze bizi yakaladı mı "Ha babamun kumalariii" diye bağırırdı
Yarın olurdu mesela bizimkiler bir yere gitmesi gerekti mi bizi Emine teyzeme emanet eder giderdi. Kadın da "Ulen elime geçtiniz siz dün n'aptınız şimdi cezanızı vereyim" diye düşünmez, bize bir de acayip güzel akide şekerleri ikram ederdi. Biz böyle doğa ve insan ile iç içe büyüdük. Bizim zamanımızda zaten ben böyle elektronik vs. işte giyimle falan birbirine hava atma, üstün görme olaylarını hiç yaşamadım. Mahallede 1 çeşmeden bidonlarla evin günlük su ihtiyacını giderirdik. Bir sürü konfor eksiği vardı ama bir sürü de sıcak insanlar vardı. Bir dönem bahçemize ve ötesine (e boş kimse yok) hıyar, kıvırcık, fasulye ekip kendi semtimiz ve komşu semt pazarında tezgah kiralayıp satmışlığımız bile oldu. Havva teyzemiz vardı, inekleri vardı onların. Bizim bahçenin ötesi kocaaa kır idi, her gün ya o ya kocası inekleri otlatmaya getirirdi. Peşi sıra da babam bizi operasyona yollardı, ellerimizde teneke ve kürekler inek gübrelerini toplar bahçedeki ağaç ve sebzelerin dibine koyardık. Bahçemize 2 usta gelmişti el ile hiçbir motorlu araç kullanmadan 7 metre kuyu açıp su çıkartmışlardı
Bir tulumbamız olunca tarım bizim bahçede ilerlemişti. Bir ara Tarabya'nın adı Arabia'ya çıkmıştı, Arap turistlerin çok geldiği dönemlerde komşumuza kiracı gelmişlerdi Suudi Arap bir aile 5 çocuklu
Onlarla mahallenin boş alanı futbol ve herşey oyun alanımızdı, milli maç yapardık. Peşi sıra koşuşup bizim bahçedeki tulumbada serinlerdik. Acayip şaşırırlardı, ağbimin ingilizce vardı ortaokulda çok iyi idi, baya konuşurduk bu Arap çocuklarla.
Neler oluyor da nasıl oluyor ise insan bence ergenlik çağında bozuluyor. Resmen bir sapıtma ve kötüleşme çağı o. Sonra ekonomi denen şey ile bu bozulmanın üstüne karakterlerimize bildiğin "kötü" olmak, acımasız olmak, duygularını köreltmek falan gibi daha fena şeyler ekleniyor. Bugün ben bile artık yolda gördüğüm şirin bir kız bebeğine-çocuğuna içimde hissettiğim o ailenin ana-kızın güzelliğinden gelen huzuru, şefkati yüzüme yansıtmaya, onlara aksettirmeye çekiniyorum ! En azından rahatsız mı olurlar diye, huzurlarını kaçırır mıyım diye, e belki yanlış anlarlar falanı var daha bunun. O ise biz mahallete futbol oynarken komşu kızlar da bizle oynardı. Hatta Fulya isimli bir kız vardı ağbisi Hasan'dan daha iyi futbol oynardı ve bu kızı biz kaç kez mahalle maçında takıma aldık ağbisi yedek olmuştur
Yıllar sonra lise çağında onlar taşındı başka şehre. Yine yıllar sonra dönmüşler İstanbul'a da işte eski komşuları ziyarete gelmişler. Ben görmedim de annem görmüş. Bana dediği de şu "Fulya'yı görseydin, ne güzel bir genç kız olmuş"
Görsem ne olcak, oldu ise bana ne, O bizim futbolcu arkadaşımız. Sadece futbol da değil işte, ya seksek, ip atlama hani kız oyunlarını da oynardık onlara katılıp. Misket derdik, şu cam bilyalar ile kuyulu oyunlar vs. gazoz kapaklarına değer biçip mermer taş parçaları ile uzağa dizip vurup kazanmaca falan oynardık, hiç unutmam Kızılay maden suyu kapağı az-zor bulunduğundan 10 kapak değeri belirlemiştik ona
Bahçelerimizde satranç ve tavla oynardık. Mahallenin ağacında tüner yaz geçeleri 21-22'lere kadar ağaç tepelerinde hem muhabbet eder hem ay çekirdeği çitlerdik. O-hoo neler geliyor aklıma. Ne ise, velhasıl ne fotoğraf çekmek konusu ne olur ise olsun ve ne de siyaset "insan" için birbirinden ayrı tutulamayacak, bireyin yaşamında birbiri ile direk ilintili. Mesela bizim tee o zamanlardan filmli makina ile çekilmiş Hasan ve Fulya kardeşlerin fotoları vardır. Aralarına da bizim köpek Tommy'i almışlar, ağbim de bizim evin pencereden 2'inci kattan çekmiş. Birisi yıllar sonra o fotoyu görünce "Bu fotoyu helikopterden mi çektiniz" deyince amma gülmüştük. Artık makinanın lensiden herhalde öyle acayip uzak ve havadan bi foto olmuş ondan tabi.